• BIST 9109.34
  • Altın 2918.765
  • Dolar 34.24
  • Euro 37.5411
  • Ankara : 8 °C
  • İstanbul : 18 °C
  • İzmir : 20 °C

Kendimizle Barışık Olmalıyız

08.12.2009 16:19
Kendimizle Barışık Olmalıyız
Kendimizle Barışık Olmalıyız
İnsanın kendisiyle, çevresiyle ve tüm dünya ile barışık olmasının sırrını anlayabilmiş değilim. Literatürümüze ne zaman, nereden ve nasıl geçtiğini tam olarak bilemediğim bu kavramın, kendine tıpkı bir rozet gibi “aydın”  adını takanlar ve de ne i düğü belli olmayan birtakım yazarlar tarafından sıkça dillendiriliyor olması; bilinçli ya da bilinçsiz; ayrıcalıklı bir “yan”  yaratılmak istendiği izlenimi veriyor.
 
Barışın karşıtı savaş ya da çatışmadır. O halde kendimizle, çevremizle ve tüm dünya ile barışık olmamızın yolu savaş yapmamaktan geçtiği gibi bir anlamayı benimsememiz ve bunu gerçekleştirmemiz gerekecek. Çatışma olarak anmak istediğim savaşın, nasıl olup da yapılmayacağını, diğer bir söyleyişle nasıl barış içinde olunabileceğini kimse söylemiyor. Hoşa giden tekerlemeler gibi; o kendisiyle barışık bir insandır, ben kendimle ve dolayısıyla çevremle barışığımdır, deniyor. Bilinç, olan biten her şeyi, kişinin kendi duygu ve düşüncelerine göre değerlendirerek gerçekleştirdiği bir anlama değil midir? Öyleyse eğer, zaman ve farklı kültürlerimiz, duran ve hareket eden bilincimiz yüzünden çatışmaların yaşanmamasını sağlayabilme olanağımız var mıdır, ya da bunu nasıl sağlayabiliriz ki? Güven içinde eşit, paylaşmacı ve katılımcı bir tasarımın gerçekleştirilmesinden sonra, insanların saygıyla duygularını besleyen ve bir yaşama rüyası olan “ barışı” yaşıyormuşuz gibi davranmamız ikiyüzlülük, değil midir?
 
Olgunlaşmış zannettiğim düşüncelerimi yeni bilgilerimle harmanlayarak ve olgunlaşması için uğraş verdiğim ham anlamalarımla çatışarak gitmeye çalıştığım 'insan' olma yolundaki izlerimde, hayvansal ve insansal yanıma ilişkin bıraktığım “ yara kabukları” doğamla yaptığım savaşın göstergesidir, diyemeyen bir insanın kendisiyle barışık olması belki de hiç tartışılmamalıdır. Çünkü: o, yaşamdan kendi adına umduğu şeyleri bir şekilde almış ya da almaya yaklaşmış, kendi konumundan hoşnut; yalnızca kendisini düşünen, işleri tıkırındaki tarafın bireyidir…
 
İşleyiş düzenini yukarıdan aşağıya doğru sürdüren;  sosyal, ekonomik, hukuksal ve dinsel kalıpları kırmamaya özen göstererek ve çıkarcı güçlerin temsilcisi olarak varlıklarını dün ve bu gün korumuş olan yönetimlerle, anayasal bir düzeni yerleştirme yolunda sürdürdüğümüz yetmiş yıllık süreci boşa harcayarak cumhuriyeti; siyasal, askeri ve güncel koşullarla tanımlayan insanlarla nasıl barışık olunabilir ki? Kurduğumuzu varsaydığımız kurumların ilkeler yerine şahıslara hizmet etmiş ve ediyor olmasına katlanarak anlamsız ve ruhu boşaltılmış yapıların içinde hiçbir şey olmamış gibi duranlarla; ayrıca, aidiyet duygusuyla taraftarı olduğu futbol takımının başarısında ve yine küçük çıkarları uğruna desteklediği partisinin meydan toplantılarında denize akan nehirler gibi, akın akın kendi türleriyle bir araya gelerek olmadık çılgınlıkları sergileyen, ülkenin soyulup-talan edilmesi halinde hiçbir tepki göstermeyen çevre kirleticileriyle nasıl barışık olunur ki?
 
…Onlar kuru kalabalık/ Onlar güneşsiz deniz/ Onlar yağmursuz bulut/ Onlar milyarlarca/ Onlar iki ayaklı tırtıl/ Onlar kum taneleri kadar çoklar/ Onlar kurulu ya da bozuk bir saat/ Aslında hiç yoklar…
 
Açlık sınırının altında, adeta ölüm kalım savaşı veren milyonlarca insanımızın, konuşma özürlü diplomalı-diplomasız, neredeyse TC nüfusunun yarısını oluşturan şanssız gençlerimizin ve ulusal umutsuzluğa katkı sağlayan bütün gelişmelerin gölgesinde ve de siyaset-medya-işadamı üçlemesinin dünden bugüne pompaladığı cerehatin panikleten sıcaklığında, kendimle ve çevremle barış içinde olamam. Bu anlama tekerlemecileri ilgilendiriyorsa eğer, onların kendileriyle ve çevreleriyle nasıl bir uzlaşı içinde olduklarını da bilemem doğrusu…
 
Barışıklığı vurgulayan cümleyi kuranların bilincini bilme olanağım yoktur; ama çevreyi ve dünyayı görürüm. Dünyanın ekonomik, stratejik ve doğal düzenini kontrol ederek;  genel yoksulluğa, adaletsizliğe ve çevre kirliliğine neden olan ve onlara göz yuman ülkeleri bilirim. Aynı ülkelerin; topraklarını ve bedenlerini sömürerek bugünkü yaşamlarını kalkındırılmamalarına borçlu oldukları ülkelere ilişkin alaycı ve utanç verici yaklaşımlarını da bilirim; son yapılan “Kalkındırılabilinir Ülkeler Toplantısı”ndaki mide bulandırıcı sonuçlar gibi!…Dünyayı kana bulayarak bölüp parçalayanların körfez savaşında petrolle kirlenmiş bir karabatağı öne çıkartmalarını manidar bularak, orada başkaca hiçbir şey olmuyormuş gibi davranan dünya halklarıyla nasıl barışık olabilirim ki? İki İngiliz bebeğin öldürülmesi yüzünden ayaklanan kıta güruhunun, her gün savaş ya da açlık nedeniyle ölen çocuklara karşı duyarsız kalarak, ürettikleri silahlarla katledilen bebekleri görmezlikten gelmesi, dünya ile barışık olmamı engellemez mi?…
 
…Somali, Sudan, Filistin, Irak ve Bosna-Hersek'ten koparak/ Önce yüreğime/ Sonra da aklıma saplanan şarapnellerin/ Sesleri yankılanırdı şiirlerimde/ Açlıklar, ayrılıklar, savaş ve ölüm/ Gibi şeylerden söz ederdim/ En çok da çocuklardan…
 
Birtakım insanların, nasıl gerçekleştirebildiklerini bilemediğim: kendileriyle, çevreleriyle ve bütün dünya ile barışık olma hallerine ilişkin söylemlerini, aklın alamayacağı, yüreğin dayanamayacağı gerçekler karşısında; yerel ve evrensel mutsuzluk ve umutsuzluk serpilip boy vermişken nasıl anlayabilirim ki? Karşıt iki gerçekliğin çatışmasına tanıklık ede ede, eski deyimiyle, “sulh ve sükûn” içinde yaşanılabilirliğe, bilinç sorunu ve aldatmaca olmaksızın nasıl inanabilirim ki? Gözümü kör eden ve ruhumu parçalayan manzaraların ışığıyla travmalarım sürekli ısınıyorken, sıradan aklımın yürüttüğü düşüncelerle ve şiirlerle dolup taşan yüreğimle nasıl barışık birisi olacağımı bilemiyorum. Yukarıdaki resmi yok sayma sığlığına düşmem söz konusu olamayacağı için de kendimle, çevremle ve tüm dünya ile barışık bir insan olmam olanaksızdır…
 
Doğanın dingin bir yaşamın oluşmasına izin vermeyeceğini anlıyor olsak bile, bu anlama bizim, olmayacak bir rüyayı (barış) görmek inadımızı sürdürmemize engel değildir. Barışık edebiyatı yapanları kendileriyle baş başa bırakarak, gerçeklerle yüzleşmek ve ortak bir bilinci oluşturarak insansal değerler uğruna çatışmalarımızı diyalog sorunu yaşamaksızın sürdürmek zorundayız, diye düşünüyorum.
 
 
 
…Rüyaların gölgesinde/Barış adlı bir çiçek yaşardı/ Ve küçük taç yapraklarına geceleyin/ Nöbetleşe güneşler konardı/ Umut, Samanyolu'nun toz bulutları arasında tutsak/ Sessizce, dünya dünya ağlardı…
(Yeni Modern, 2007)
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
  • Üniversiteler, Gölbaşı’na büyük değer katıyor24 Aralık 2008 Çarşamba 09:51
  • Başkentte kültür-sanat12 Aralık 2008 Cuma 00:52
  • Halk, Muronun insan sevgisine koştu12 Aralık 2008 Cuma 00:13
  • Yeşilçam Ödülleri Sahiplerini Bulacak26 Kasım 2008 Çarşamba 19:46
  • TARIK AKAN VE ŞERİF SEZER 28 YIL SONRA AYNI FİLMDE26 Kasım 2008 Çarşamba 19:45
  • Gölbaşında Avrasya Coşkusu17 Kasım 2008 Pazartesi 21:49
  • Kadınlara özel sinema gösterimi14 Kasım 2008 Cuma 21:09
  • Bir vefa çağrısı: Son Buluşma13 Kasım 2008 Perşembe 08:06
  • Aşkıyla tutuştuğu Mevlanaya dönüyor08 Kasım 2008 Cumartesi 23:46
  • Tüm Hakları Saklıdır © 2008 Gölbaşı Taraf | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0312 484 23 84 0541 200 20 19 0533 966 12 89 | Faks : 485 04 53 | Haber Yazılımı: CM Bilişim